GOOGLE OFİSLERİNİN TASARIMCISI İSTANBUL’DA KONFERANS VERİYOR !

GOOGLE Ofislerinin tasarımcısı İstanbul`da…

Uluslararası mimarlık, tasarım ve danışmanlık şirketi DEGW, coğrafi genişleme planı çerçevesinde Türkiye`deki ofisini İstanbul Levent`de açtı. Amerika, Avrupa ve Asya olmak üzere toplam 13 noktada pratiğini sürdüren DEGW, özellikle Forbes dergisi tarafından “çalışılabilecek en iyi şirket” olarak seçilen Google ofislerini tasarlayarak isminden söz ettirmişti.

Ekonomik kriz nedeniyle yabancı mimarlık şirketlerinin İstanbul da ofis kapattığı bir dönemde Türkiye`ye giren DEGW, bu açılımla beraber özellikle gelişmekte olan Türkiye ve ortadoğu bölgelerinde adından sözettirmek isterken öncelikle ofis projelerine katkı sağlamayı hedefliyor.

İngiltere Londra merkezli şirket, 1973 yılında ünlü ingiliz mimar Frank Duffy öncülüğünde Peter Eley, Luigi Giffone ve John Worthington beraberliğiyle kuruldu. 36 seneyi aşkın süredir tüm dünyada çok kapsamlı projelere imza atan ve Google, BBC, Shell, IBM, Intel, Philips, British airways, Walt Disney, Hsbc, Le monde gibi önemli referanslarını müşteri pörtföyünde bulunduran DEGW, projelendirmelerinde araştırma, strateji ve dizayn süreçlerine gösterdiği titizlikle tanınan ve ” Design for change ” motosunu benimsemiş önemli bir danışmanlık grubu.

2009 ağustos ayında Davis Langdon isimli dünyaca ünlü inşaat firması ile birleşen şirketin İstanbul dışında New york, San francisco, Londra, Paris, Münich, Milan, Melbourne, Sydney, Honkong, Amsterdam ve Glasgow da ofisleri bulunmakta. İstanbul ofisi ise içmimar Ekrem Parmaksız yönetiminde ocak ayından itibaren aktif durumda..

 

 

SHİGEYUKİ OKAZAKİ TÜRKİYE’DE!

Prof. Dr. Shigeyuki Okazaki THBB’nin Katkılarıyla Türkiye’de…

Türkiye Hazır Beton Birliği (THBB), Japon mimar, şehir plancısı ve teorisyen Prof. Dr. Shigeyuki Okazaki’yi Türk Mimarlarıyla ikinci kez buluşturuyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nin Türkiye Hazır Beton Birliği’nin katkılarıyla düzenlediği konferans 12 Mart  Cuma günü saat 19.00‘da Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Yerleşkesi Büyük Konferans Salonu’nda yapılacak.

2008 yılında gerçekleştirilen ilk konferansın devamı niteliğinde olacak bu konferansta, Mukogawa Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Okazaki Japon mimarisindeki “mekan” kurgusunun kültürel ve felsefi boyutuna değinecek.

 

İSTANBUL’U CANLANDIRAN PROJE “NEF İKİ HALİÇ”

Nef İki Haliç

Dünyanın en çok konuşulan binalarının mimarı Haliç’te sizi bekliyor.

Dünyanın en büyük ve ünlü mimarlık firmalarından SOM, İstanbul’un yükselen değeri Haliç’te yepyeni bir yaşam tasarlıyor.

New York’taki ikiz kulelerin yeni projesi, Sears Tower, Time Warner Center ve Dubai’deki dünyanın en yüksek binası Burj Khalifa gibi ünlü binaların yaratıcısı SOM, Nef iKi Haliç’i yaratmak için kolları sıvadı.

DEV FİRMALAR YARIŞTI

NEF İKİ Haliç için uluslararası bir proje konkuru açtıklarını bildiren Timur, New York’taki İkiz Kuleler’in yerine inşa edilen One World Trade Center ile dünyanın en yüksek binası Burj Khalifa Dubai’yi yapan SOM firmasının kazandığını bildiren Timur, böyle firmanın imzasını taşıyan eserin İstanbul’a değer katacağını ifade etti.

PARASI OLAN ‘NEF’ES ALACAK

NEF keşfi olan katlanabilir ev ile de 2+1 bir daire alan kişi isterse evini 3+1 ya da 1+1’e dönüştürebiliyor. Hane geliri 5-6 bin lira olan çiftler hedef alınıyor. Projenin en büyük özelliği sürekli kullanılmayan odaların satılıp boşuna para verilmesinin önüne geçmesi.

KAPSÜL YAŞAMI İLGİ GÖRÜYOR

Blobanizm

Kapsül şeklinde ev ya da otel tasarımları son yıllarda, deneysel mimari çalışmalar arasında yerini aldı…

Dmva Architecten tarafından tasarlanan Blob, Design Biennale Interieur 2010 kapsamında düzenlenen tasarım yarışmasında birinci oldu.

İlk görüşte bir uzay gemisini anımsatan Blob‘un tasarım ve üretim süreci ı8 ayı bulmuş.

ÜLKEMİZİN EN YENİ VE TEKNOLOJİK CAMİSİ!!!

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yerleşkesi içinde yapılan, Türkiye’nin ”en modern” camisinin kaba inşaatı tamamlanırken, iç mimarisi için uygulanacak proje ise temmuz ayında belirlenecek…

Diyanet İşleri Başkanlığı ile Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı işbirliğiyle 2008 yılında yapımına başlanan cami, Eskişehir yolu üzerindeki 23 bin 125 metrekarelik alana inşa ediliyor.

Türkiye’de ”4 fil ayağı üzerine oturan en büyük kubbeye sahip” olan caminin kapalı alanında 6 bin kişi namaz kılabilecek. Açık ve kapalı alanlarla birlikte aynı anda namaz kılabileceklerin sayısı ise 30 bini bulacak.

6 katlı caminin yer altında inşa edilen 4 katında, 2 bin araçlık otopark, sergi ve kültürel eserlerin satış alanları, restoran ve çocuk oyun sahası ile içinde balıkların yüzeceği, üzeri camla kapatılacak olan dev bir havuz bulunacak.

Caminin tamamlanan kaba inşaatında 63’er metre yüksekliğe sahip 4 minaresi traverten mermerlerle, kubbesi ise kurşunla kaplandı. 6 ayrı giriş kapısının bulunduğu camide, 373’ü erkek, 69’u kadın olmak üzere aynı anda 442 kişinin sıcak suyla abdest alabilecek ve bu bölümünde 80 tuvalet yer alacak.

Güvenlik kameralarının yanı sıra elektronik aydınlatma, ısıtma, havalandırma ve ses sistemlerinin yer alacağı camide alttan ısıtma sistemi uygulanacak.

Bu arada caminin ibadete açılmasıyla birlikte bugüne kadar Kocatepe Camisi‘nde düzenlenen protokol cenaze törenleri de güvenlik ve ulaşımda sağladığı avantajlar nedeniyle Diyanet Camisi’nde yapılacak. Camide cenaze namazlarının kılınacağı alana alt kattan tabutun asansörle taşınması ve tören sonrası tekrar alt katta bulunan cenaze arabasına nakli mümkün olacak.

Yetkililer, caminin iç mimarisiyle ilgili firmalardan alınan proje tekliflerinin Diyanet İşleri Başkanlığı yönetimince yapılacak bir değerlendirme sonucu temmuz ayında belirleneceği bilgisini verirken, inşaatın 1.5 yıl içinde tamamlanmasının hedeflendiğini bildirdi.

BU PROJE,YAŞAMIN TA KENDİSİ!!!

Philippe Starck imzalı “yooistanbul” showsuite açıldı!

Dünyanın en ünlü tasarımcısı Philippe Starck’ın Türkiye’deki ilk tasarım merkezli residans projesi yooistanbul, yeni açılan showsuite’inde projenin ruhunu ve dokusunu hissetmek isteyen misafirlerini bekliyor.

“En önemli stilin özgürlük ve sadelik” olduğuna inanan, ortak yaşam alanları dehası olarak bilinen dünyaca ünlü tasarımcı Philippe Starck, yooistanbul için sofistike ve eğlenceli mekanlar yarattı. Say Yapı ve Yoo işbirliğiyle Ortaköy’de hayata geçirilecek olan yooistanbul’un eğlenceli, sanatsal ve ilham verici showsuite’i, özel etkinlikler için alternatif bir mekan olarak ev sahipliği yapıyor.

Sadece doğal malzemelerin kullanıldığı, koltuktan küvete, armatürden aynaya her köşesinde bir Starck dokunuşunun hissedildiği “yooistanbul” projesine ait showsuite’de görkemli tasarımın izleri ve farklı yaşam alanlarından kesitler göze çarpıyor.

Lüks kavramını mimari tasarımda yeniden tanımlayan yooistanbul projesi’nde, stüdyo, tam kat, townhouse, penthouse olarak çeşitli yaşam alternatifleri; Starck tarafından tasarlanmış “Doğa, Klasik, Kültür, Minimal” olmak üzere dört ayrı felsefeye ait stil paletleri ile zenginleşiyor.

yoo hakkında:

Gayrimenkul gurusu John Hitchcox ve ünlü Fransız tasarımcı Philippe Starck tarafından kurulan yoo, dünyanın ilk ve tek global emlak, tasarım yatırım ve pazarlama şirketidir. yoo, 27 ülkede, 57 göz kamaştıran konsept projesi ile lüks konutta en önemli imza olarak kabul görmektedir.

yoo, uluslararası partnerleriyle işbirliği yaparak, Asya, Avustralya, Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika ile Ortadoğu’da çok çeşitli ve dikkate değer binalar ve büyük konut projeleri gerçekleştirmiştir. yoo markası beş çekirdek tasarım ekibi tarafından temsil edilmektedir: yoo inspired by Starck, Jade Jagger for Yoo, Kelly Hoppen for Yoo, Wanders&Yoo ve Yoo Design Studio.

HAYVAN DOSTLARIMIZA,MUHTEŞEM YAŞAM EVLERİ

Hayvanat Bahçesi Projesi

Her kıta orijinal yapısı ve ekosistemi ile ayrı ayrı temsil ediliyor…

St. Petersburg şehri artan nüfusu, gelişen mimarisi ve klasik kent sorunları nedeniyle kalabalık arasında sıkışıp kalan eski hayvanat bahçesini yenilemek için dünya çapında bir proje yarışması düzenledi.

Yarışmayı kazanan The Primorskiy Zoological Park, hayvanat bahçesi kavramına tamamen farklı bir bakış açısı getirdi.

Şehrin dışında 300 hektarlık bir arazide yer almak üzere yer alacak projede farklı kıtalardan getirilen hayvanların hem doğal ortamlarında barınmaları, hem de hapiste gibi görünmeden korunaklı bir şekilde yaşamaları öncelikli amaç olmuş.

Hayvanat bahçesinden ziyade muhteşem bir doğal parkın ve mimarinin sanatsal boyutunun birleşimi olan bu projede farklı bölümlerin Güneydoğu Asya, Afrika, Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrasya’yı temsil etmesi planlanmış.

Her bi kıtayı bir ada olarak konumlandıran projede su çok önemli bir yer tutuyor. Bu adalar her kıtanın kendi ekolojik özelliğini, yansıtacak. Kuzey Amerika ve Avrasya’yı ayıran adaların arasında Kuzey Kutbu’ndan getirilmiş gerçek buzul parçaları kullanılacak.

Baloncuk şeklinde inşa edilecek bölümler pek çok çeşitli hayvan cinsini barındıracak ve cam ile çelik kullanılarak yapılacak. Elbette tüm bunlar yapılırken kullanılacak arazinin doğal şartlarına ve bitki örtüsüne saygılı davranılacak ve buradaki ekosistem korunacak.

EV YADA TEKNE?BU TASARIMLAR HEPSİNİ KAPSIYOR!

Bu bir tekne! Bu bir ev! Hayır, bu bir yüzen ev!

Amsterdam ve Londra’daki kanallarda da kullanılan tekne-ev konsepti, lüks konutlara ilham verdi…

Bazıları hareket de edebilen evlerin pek çoğu da enerjisini doğal kaynaklardan elde ediyor.

Watervilla Kortenhoef

Hollandalı firma WaterStudio’nun özel kullanım için tasarladığı ev, 2008’de yapılmış. Dışarıdan bakınca bu ev fazlasıyla basit ve minimal görünse de, onu ilginç kılan yanı suyun altındaki ikinci kat.

Üst katı oturma odası, yemek bölümü ve mutfaktan oluşuyor. İkinci katta ise yatak odası, banyo ve diğer özel alanlar bulunuyor.

ÇOK FONKSİYONLU EV!!!

Amsterdam ve Londra’daki kanallarda da kullanılan tekne-ev konsepti, lüks konutlara ilham verdi. Bazıları hareket de edebilen evlerin pek çoğu da enerjisini doğal kaynaklardan elde ediyor.

Yüzen ev tasarımları sürekli yaşanabilen bir ev şeklinde kullanılabileceği gibi, yazlık ev, su sporları merkezi, tasarım stüdyosu olarak da kullanılabiliyor. Başta Tayvan olmak üzere dünyanın pek çok yerinde bu mantıkla yapılan balıkçı köyleri bulunuyor. Bunun dışında Amsterdam ve Londra’daki kanallarında eve dönüştürülmüş tekneler kullanılırken, Amerika’da da Portland, Seattle ve Sausaolito’da yüzen evlerden oluşan yerleşim birimlerine rastlamak mümkün.

Tabi işin keyif dışında başka bir boyutu daha var. Geleceğe dair pek çok pesimistik senaryoya göre, küresel ısınma yüzünden sular yükseldikçe, karayla olan bağımız kopacak ve su üzerinde yaşam bizler için kaçınılmaz olacak. Ayrıca Vince Callebaut gibi mimarların fütüristik şehir tasarımları da, deniz üzerinde yaşamı vurguluyor. Bu yüzden sellerden etkilenmeyen, pek çoğu kendi ürettiği enerjiyi kullanan bu evler, aynı zamanda kurtuluşumuz da olabilir.

Huron Gölü’ndeki Yüzen Ev


MOS mimarlık şirketinden Michael Meredith ve Hilary Sample‘ın tasarladığı ev, Kanada’daki Ontario şehrinde, Huron Gölü’nde bulunuyor.

Gölün ortasındaki bir adanın kenarında yer alan yüzen evin inşaatı 2008’de bitmiş. 186 metrekare büyüklükteki evin en önemli özelliği prefabrike oluşu. Ev geleneksel şekilde inşa edildiğinde, masrafların çoğunun yapı malzemelerinin adaya ulaştırılmasına harcanacağı düşünülmüş. Bu yüzden duvarlar göl kenarındaki fabrikada üretilmiş, daha sonra bu alana taşınarak monte edilmiş.

Evin bir diğer önemli özelliği ise, altında dubalar bulunan bir çelik yapının üzerinde bulunması. Mevsim değişimlerinde gölün sürekli yükselip alçalması, böylesine esnek bir ev yapılması gerekliliğini ortaya çıkarmış. Bu yüzden göl suları yükseldikçe, ev de yükseliyor.

MİMARİ ANITLAR HAKKINDA YORUMLAR

Gökyüzüne komşu Mardin’in tarihî yapılarının süslemeleri kâğıda nakşedildi. CRR’de açılan ‘Mardin: Mimari Anıtlardan Tezyini Yorumlar’ sergisinde medrese, cami, kilise, çeşme ve konakların üzerlerindeki nakışlar minyatür, kat’ı ve ebru sanatından örneklerle sunuluyor.

Şehre yüksek bir tepeden bakmak, önünde kutu gibi duran evleri çocuk misali bir çırpıda dağıtabilmenin gücünü verir içten içe. Tüm şehri göz hapsine alma arzusu içinize çöreklense de bunu gerçekleştirmek pek kolay olmaz. Bu kent gökyüzüne komşu, ışığın, gölgenin oynaştığı bir yer ise tüm kuşatmaları unutun. Şehir o anda çoktan sizi içinde kaybetmiştir. Hemen söyleyelim, Mardin’i anlatmak için kelimeler peş peşe bekleşir. Kahverengi bir rüyaya davet eden taşın içinde barındırdığı zenginlik, kulak verince Binbir Gece Masalları’nı andırır adeta. Hikâye döner döner durur.

Şehirlerin taşına toprağına en vâkıf kişilerin başında hem hekim hem tarihçi hem de sanatkâr olan Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’i (1898-1986) saysak kimsenin itirazı olmaz. Gittiği her şehrin tarihî yapılarını baştan ayağa resmeden, tezhipleyen Ünver, ardında Türk sanatı adına koca bir kütüphaneye sığmayacak kadar defterler bıraktı. Ünver’in kızı ve aynı zamanda müzehhibe olan Gülbün Mesara da babasının yolunda talebeleriyle birlikte şehirlerin yolunu tutup resmediyor, minyatürlüyor, tezhipliyor, ebruluyor… Mesara; Sivas, Amasya ve Kayseri’nin ardından şimdi de Mardin sergisini başında bulunduğu A. Süheyl Ünver Sanat Atölyesi’ndeki sanatçılar ile açtı. Cemal Reşit Rey Konser Salonu fuayesindeki “Mardin: Mimari Anıtlardan Tezyini Yorumlar” adlı sergide ebru, minyatür, kat’ı, tezhip sanatından örnekler var. A. Süheyl Ünver Sanat Atölyesi’nde on beş sanatçı bu incelikli çalışmayla her şehre nasip olmayacak kitap sanatlarından taşa, ahşaptan maden işçiliğine bir koleksiyon oluşturmuş.

Zinciriye Medresesi, Marufiye Medresesi, Mardin UluCami, Kasımiye Medresesi, Şehidiye Medresesi ve Camii, Abdüllatif Camii, Deyrulzafaran Manastırı, Mor Gabriel Manastırı, PTT Binası, Kırklar Kilisesi, Mardin evleri, konaklarının bezemeleri ve Hasankeyf… Sergide sekiz aylık bir çalışma sonunda uzunca bir liste oluşturacak tarihî mekanların yer aldığı, yaklaşık 130 eser çıkmış. Gülbün Mesara, sergi için “Klasik Türk ince sanatlarının tezhip, minyatür, kat’ı ve ebru gibi tezyini dallarında uzmanlaşmış grubumuzla, Mardin’in gerek Artuklu gerek yakın tarihinin uzantıları olan Müslüman ve Süryani yapılarına ait son derece özgün ve değişik üsluplar içeren taş oymacılığının çeşitli örneklerini, bu saydığımız süsleme teknikleriyle yorumlayarak gün ışığına çıkardık. ” diyor.

Sergide Mardin’deki, Emevi, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı mimarisinden örnekler yeniden yorumlanırken, parça parça kâğıda işlenen şehir, daha bir büyülü gözüküyor. Motiflerin içinde kaybolmak, renklerin geçişleri arasında, önünüzde yeşil bir deniz gibi duran Mezopotamya’nın bereketli topraklarını tepeden izliyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Bu sergi için çocukluğunuzu bir tarafa bırakın, zira manzarayı görünce dağıtmaya kıyamayacaksınız. Sergi, 15 Mart’a kadar açık kalacak.

 

 

DOĞAL YAŞAMI,ŞEHİR MERKEZİNE GETİREN PROJE

Dikey Orman ve Dikey Tarla Sistemleri


Doğayla şehri entegre etmenin yeni yolu, doğal alanları gökyüzüne yükseltmekte bulundu. Bu entegrasyon bazen bir orman, bazen de bir tarla şeklinde karşımıza çıkıyor.

Dikey orman ve dikey tarla sistemlerinde, sadece minik bir bahçe ya da yeşil cepheler kullanmaktansa, bütün bir katta ekosistemler yaratılıyor. Kat sayısının en az yüzde 50’si yeşil alanlara ayrılırken, geri kalanı ise ofis ya da konut şeklinde değerlendiriliyor.

Konseptler özellikle Uzakdoğu’da yaygınlaşmaya başlasa da, yiyecek ve orman sıkıntısının yaşadığı Afrika gibi yerlerde daha yararlı olabilir. Dikine olan tarlalar sayesinde seller ya da böcek baskınları gibi konularda endişelenmeye gerek kalmıyor. Ayrıca yiyecekler şehrin içinde yetiştiğinden taşıma maliyetleri olmuyor ve bu da yiyeceklerin fiyatlarına yansıyor.

MAD Mimarlık, dağlık Çin coğrafyasından ilham alarak, dağ gibi yükselen bir bina tasarlamış. 70’ten fazla kat olması planlanan binada dikey orman konsepti kullanılarak, şehre daha fazla ve yoğun doğal yaşam sağlanmak istenmiş. Çin’in güneyindeki Chongqing şehrine inşa edilen binanın yüksekliği 385 metre. Bazı katlarda sadece ormanımsı bahçeler yer alırken, bazılarında ise ticari birimler, ofisler ve otel birimleri bulunuyor. Binanın merkezinde silindir bir yapı bulunuyor ve tüm katlar, mekanik sistemler ve asansörler buradan destekleniyor. Yeşil bahçelerin olduğu alanlarda, farklı genişliklerde tüm katı çevreleyen balkonlar bulunuyor. Yine bahçelerin olduğu katlarda havuzlar, ağaçlar ve avlular bulunuyor. Her kat boyunca camlar bulunduğundan, katlardan bütün şehir izlenebiliyor. 7.700 metrekarelik bir alanda yükselen binanın inşaat alan 216 bin metrekareyi buluyor. 2009’da henüz konsept tasarımı bitirilen binanın inşaatı sürüyor.


Çin’in Shenzen şehrine inşa edilen binada ticari alanlar ve rezidanslar yer alıyor. Julien de Smedt Mimarlık’ın tasarladığı kule, kendi ürettiği kadar enerjiyi kullanıyor. Uzunluğu 1111 metre olan binanın içinde rüzgar türbinleri, dışında ise güneş enerjisinden yararlanabilmek için fotovoltaikler bulunuyor. Binanın en tepesinde yağmur suyunu arıtmak için bir yer var. Bahçeleri canlı ve yeşil tutabilmek için yağmur suyundan yararlanılıyor. İçinde bütün bir şehri barındırabilecek kapasiteye sahip bina, dikey bir orman olarak tasarlanmış. Bütün bir kat boyunca yeşil alanların bulunduğu binanın büyük bir bölümü sadece yeşil alanlar için ayrılmış. Binanın içinde roller-coaster benzeri tramvay sistemleri de bulunuyor. Ayrıca rüzgar enerjisinden düzgün şekilde yararlanabilmek, doğal ışık alabilmek ve havalandırma sağlayabilmek için tamamen açık alanları da bulunuyor. 5 milyon 100 bin metrekare inşaat alanı olan binanın inşaatı devam ediyor.

Hong Kong çok gelişmiş bir şehir olsa da havası müthiş kirli. Üstelik kilometrekareye 30 bin kişi düşecek kadar da kalabalık bir şehir. Bu iki soruna çözüm olması planlanan “Perfumed Jungle” (Parfümlü orman) tasarımı, Vincent Callebaut, Arnaud Martinez, and Maguy Delrieu’dan oluşan bir ekibin çalışması. Güney Çin Denizi’ndeki, Central Waterfront bölgesinde yapılması önerilen binaların bazıları karada, bazıları ise denizde yükselecek. Denizin ya da karanın altından onları gövde gibi birbirine bağlayan yapılardan dallar gibi yükselecekler. Kulelerin iç kısımlarında evler, dışa yakın kısımlarında ise bürokratik hizmet merkezleri olacak. Sadece manzaraya değil, fotosentenz yoluyla karbondioksit oranının düşmesine de katkıda bulunacaklar. Ancak bunların hepsi henüz öneri aşamasında. İnşaatına bile başlanmış değil.

Avustralyalı Ruwan Fernando’nun tasarımı olan dikey tarla, 2010 yılındaki eVolo Gökdelen Yarışması’nda da yarışmıştı. 5 tane “U” şeklindeki eklemeden oluşan binayı özel kılan yönü, toprakta değil okyanusta yükselmesi. Tasarımın suda olmasının sebebini, tasarımcı Fernando şöyle açıklıyor: “Adet olduğu üzere iç kısımlardaki yeşil alanları istimlak etmek yerine, yerleşmeye müsait olmayan dış kısımlara, yani gezegenin kalan yüzde 70’lik kısmına yönelmemiz gerekiyor.”
Okyanusun sığ bir kısmında, kıyıya yakın olması planlanan tarlaya, bu sayede işçilerin gidip gelmesi de kolaylaşıyor. Katların şekilleri ve aralarındaki mesafe sayesinde, maksimum düzeyde doğal ışık alınıyor ve enerji ihtiyacı baya azalıyor. Suda olması sayesinde de rüzgardan ve dalgadan enerji elde etmek kolaylaşıyor. Ayrıca deniz suyu tuzdan arındırılarak içme suyu olarak kullanılırken, bitkiler için gerekli mineraller de deniz suyundan elde edilebiliyor. Şu anki teknolojiyle böyle bir tasarımı gerçekleştirmek biraz zor gibi görünse de, dikey tarlalar için okyanus ve denizleri kullanma fikri önemli bir adım olabilir.

eVolo 2010 Gökdelen Yarışması’nda yarışan bir başka tasarım, Michaela Dejdarova ve Michal Votruba’ya ait. Çek Cumhuriyeti’nin Prag kenti için önerilen bina, pek çok tetradron şekilden oluşuyor. Bunlar bir araya gelerek dış iskelet oluşturuyor, dış iskelet ise üzerinde tarım yapılan yüzlerce yeşil terasa sahip. Bina hareket edebilen ve üzerinde yetişen bitkilerin değiştirilebildiği birimlerden oluşuyor. Böylece her aşamada, ihtiyaca göre farklı üretimler yapılabiliyor. Binanın modüler yapısı sayesinde, birimler birbirinden ayrılarak başka yerlere taşınabiliyor. Bununla beraber kendi ihtiyaçlarına da yetebilen bir bina; yağmur suyunu toplayıp ekinlerde kullanıyor, güneş enerjisi panelleri sayesinde de tarlanın ihtiyaç duyduğu enerji sağlanabiliyor. Bu proje de henüz öneri aşamasında.

EĞİTİM KATEGORİSİNDE YILIN BİNASI SEÇİLEN BİNA !

17 bin kişiye ulaşan Yapı Kredi ailesinin hızlı gelişimine paralel olarak sektörün en iyi bankacılarını yetiştirme amacıyla kurulan Yapı Kredi Bankacılık Akademisi (YKBA) ArchDaily tarafından  eğitim alanında en iyi yapısı gösterilerek eğitim kategorisinde “Yılın Binası” ödülüne layık görüldü.

Binaların oylamaya açıldığı yarışmada, eğitim, kültür, konut, ofis gibi 13 farklı kategorilerde okuyucuların en çok aday gösterdiği beş proje finale kaldı. Finale çıkan projeler arasında yer alan YKBA binası, okuyucuların İnternet üzerinden kullandıkları oylar ile eğitim kategorisinde Yılın Binası seçildi.

Mimari ve iç mekân tasarımı Teğet Mimarlık tarafından yapılan ve projelendirilmesi dört ay süren YKBA binası, 9 bin metrekarelik alan üzerine inşa edildi. Finans sektörü için lider insan kaynağını yetiştirme vizyonu çerçevesinde hizmete açılan binada, 32 sınıf, üç anfi, 180 kişilik konferans salonu, kütüphane, çağrı merkezi sınıfı, birebir banka şubesinin canlandırıldığı simülasyon sınıfı ve oditoryum gibi mekanlar bulunuyor.

Dış cephesinde yaşayan bir malzeme olan bakırın kullanıldığı YKBA binasının bugün parlak bakır renginde olan dış cephesi yıllar içinde mat bir kahverengiye, ardından da yeşile dönüşecek. Merkeze hâkim olan dört ana renkten kırmızı liderliği, lacivert bankacılığı, mor kişisel gelişimi ve sarı sosyal sorumluluğu simgeleyen YKBA’da dilek havuzu, tasarım ağaçlar, panoların yarattığı görsel estetiğin yanında Yapı Kredi’nin değerlerini temsil eden iletişim araçları bulunuyor.