ROSS LOVEGROVE İLE YAPILAN SÖYLEŞİ

Yatağınızın başucunda hangi kitap ya da kitaplar yer almaktadır?
Benim yatağımın başucunda komodin yok. Üst üste konmuş kitaplardan oluşan bir dağ var sadece. Tümü de sanat ve mimariyle ilgili kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi. Birde tabii kendime ait sergi katalogları…

Tasarım ve mimariyle ilgili dergileri takip ediyor musunuz?
Dergi okumayı pek sevmediğimi söylemem lazım. Alırsam da bilimsel olanları tercih ediyorum.

Çocukken tasarımcı olmak gibi bir hayaliniz var mıydı?
Hayır kazara oldum diyebilirim. Ailemde kimsenin tasarımdan uzak , kayın ilişkisi yok. Galler’de asker kökenli bir ailenin çocuğuyum ben. Ancak mesleğimde askeri disiplinin çok faydasını gördüm. Oradan edindiğim strateji bilgisi organizasyon konusunda çok yardımcı oldu bana. O yaşlarda tasarımcı olacağımı bilmesem de şekillere karşı her zaman ilgim vardı.

Sayısız tasarıma imza attınız. En çok kimin için bir şeyler tasarlamak istediniz?
Tanıdığım en büyük müzisyen olan David Bowie için tabii ki… Eğer günün birinde benden, kendisi için değişik bir enstürman tasarlamamı isterse memnuniyetle yaparım.

Bugüne kadar ortaya çıkardığınız işler ve çalışmalarınız hakkında diğer tasarımcı ve mimarlarla tartışır mısınız?
Bu tip konulara sonuna kadar açığım. Yaptığım her iş konusunda kimle olursa olsun konuşmaktan çok mutlu olurum. Meslektaşlarımdan birçoğu bunu yapmaktan nefret ederler oysa ki… Gerçi arkadaşlarımla genellikle mimari ve ünlü mimarlar hakkında konuşmayı yeğlerim. Son zamanlarda ortaya çok ünlü mimarlar ve onların ilginç ve önemli işleri çıkmaya başladı çünkü.

En yakın arkadaşınızdan birine sorsak sizin tarzınızı ne şekilde anlatır?
İlk olarak şunu söylerdi heralde; Ross Lovegrove bir tasarımcıdan çok duygusal biyologtur!Tasarım nedemek bilmiyorum çünkü ben sadece formdan anlıyorum ve form oluşturuyorum. Üstelik bunu dijital olarak yapabilmeye bayılıyorum, bu konuda teknolojik olanakların her geçen gün biraz daha artmasını arzu ediyorum. Benim bütün tasarımlarımda doğaya ve doğal formlara bir gönderme vardır. Onları uygularken biraz küçültüyorum, o kadar. Buna “organic essentialism” diyorum. Yani her şey olması gerektiği gibi, ne daha az ne daha çok. Bu organik, izomorfik, antromorfik formlarla kendimi rahat hissediyorum. Hiçbir formu ihtiyacının dışında deforme etmiyorum.

En fazla içinize sinen projeleriniz hangileri?
Kişisel projelerim, çünkü anları sadece kendim için yapıyorum. On yıldan fazla bir zamandır kendim için tasarlıyorum, bunları henüz hiç kimse görmedi. Bu yıl New York’taki Philips de Pury’de “ENDURANCE” adını vereceğim bir sergide ortaya çıkarmayı düşünüyorum bu çalışmalarımı.

Tasarımlarınızda ki evrimi açıklayabilir misiniz?
Mesleğin ilk yıllarında çalışmalarım tamamen deneysel amaçlıydı. O nedenle çevreden aldığım etkiler çok net şekilde görülebiliyor. Onları yaparken nerede olmam gerektiğini keşfettim. Örneğin Kraliyet Sanat Akademisi’ndeki öğrencilik yıllarında bir kamera geliştirmiştim. Çünkü kullandığımız fotoğraf makinelerinin tüm formları, renkleri ve doğal yapıyı yansıtmadığını düşünüyorum. Tasarladığım kamerayla bu kısıtlamalardan kurtuldum. Şu anda ise sütüdyomda kendi ellerimle yaptığım bir merdiven var. Tümüyle beni ve isteklerimi yansıtıyor. Minimum meteryal içeriyor, son derece zarif bir forma sahip ve teknolojik olanaklar kullanılarak yapıldı. Okul zamanlarımda yaptığım o kameraya baktıkça, ne kadar abartılı bir iş çıkardığımı bu merdiveni gördükçe daha iyi anlıyorum.

Tarihteki ünlü tasarımcı veya mimarlardan etkilendiğiniz zamanlar oluyor mu? Onlara ait parçaları kullandığınız tasarımlarınız oldu mu?
Tahmin ederim, eski sanatçıların yapıtlarından etkilenmekten daha fazlasını yaşadım ve yaşıyorum. Örneğin bana göre Jackson Pollock bir dahi. Onun tasarımlarında gördüğüm tasarım çılgınlığını kıskanıyorum adeta. Böylesine bir derinlik bana gerçekten inanılmaz geliyor. Popüler külütr gerçekten değerlerin farkına varmıyor artık. Kalıcılığı olmayan fikirler, geçici tasarımlar… Oysa ben bunların hiçbiriyle ilgilenmiyorum. Uzun ömürlü fikirlerle ilgileniyorum. Bunun için çok uzağa gitmeye gerek yok, Renzo Piano’yu söyleyebilirim hemen. Mariko Mori, Shigeru Ban, George Nelson ve Anish Kapoor’u söylemeden geçmek olmaz. Özellikle Mori’nin işlerini çok ruhani buluyorum. Başka hiç bir tasarım bana onun hissettirdiklerini tattırmıyor.

Çağdaş tasarımcılar ve mimarlar hakkındaki düşünceleriniz…
Çok fazla sayıda isim ve yaklaşım var. Şu an bilinen isimlerden biri olan Kazuyo Sejima örneğinde olduğu gibi… Yüzeyleri yeniden yorumluyor, malzemeleri olduğundan daha efektif bir hale getiriyor. Yeni nesil tasarımcıların teknolojik olanakları, özellikle de bilgisayarı nasıl bu kadar yaratıcı hale getirdiklerini gördükçe hayretler içinde kalıyorum. Eminim ki, önümüzdeki on yıl içinde formların ne kadar çok değiştiğini gözlerimizle göreceğiz.